20 Nisan 2016 Çarşamba

SEVGİLİYE GÖNDERİLMEMİŞ MEKTUPLAR

Sevgiliye gönderilmemiş mektuplar

Merhaba...
Nur yüzlüm,şiir gözlüm...
Ben seni tanıyana kadar, böyle aşklar böyle ayrılıklar sadece şiirlerde olur sanırdım. Ben seni tanıyana kadar dünyayı kocaman bir ülke, İzmir'i sadece şehir, kendimi şiir yazabilen şair sayılabilecek biri olarak bilirdim. Ben şiir gözlüm, ben seni tanıyana kadar mezarlıklarda ağlayanların ölenlerin ardından ağladıklarını düşünürdüm. Sonra bütün kadınların keder, bütün erkeklerin yalnızlık büyüttüklerini gördüm. Heder edilmiş, ötelenmiş, itilip kakılmış, sövülmüş, kovulmuş, siktir çekilmiş insanların isimlerini okudum yüz çizgilerinden. Yüz çizgileri kanıyor biliyor musun nur yüzlüm.Birer bıçak yarası gibi ince ince kan sızıyor yüz çizgilerinden. Bilmeyenler bu akan kanı gün batımının kızıllığı sanıyorlar.
Nur yüzlüm
Şiir gözlüm...
Bir kaç gündür bilmediğim, tanımadığım bir yerlerde bazen rutubet kokulu bir batakhane barında. bazende serserilerin takıldığı bira hanelerde seni unutmak için köpekler gibi dur durak bilmeden içtim. Beni dövsünler diye, gidip bela heriflere bulaştım. ağzım burnum kan içinde sen evde olduğumu sanasın diye pc elimde kaldırımlarda sabahladım. Face de paylaşımlar yaptım. Bir gece de hastanenin acil servisinde adını sayıklamışım.Seni unuttursunlar diye o kadar dövdürmüşüm ki kendimi. Acil serviste hemşire ''o sayıkladığınız isim mi sevdiğiniz'' dedi .Seni sayıkladığımı öyle anladım.Hastane polisini gene hiç sorma tam iki saat sorularına kaçamak yanıtlar vermekten imanım gevredi. Zor saldılar.Seni unutayım senden nefret edeyim derken kendimden tiksinmeye kendimden nefret etmeye başladım.
Kaç gündür adam gibi çalışamıyorum, uyuyamıyorum, yemek bile yiyemiyorum. Ben seni unutmak istedikçe sen benim tenime, ruhuma, aklıma, yüreğime yapıştın şiir gözlüm. Ben seni unutmak istedikçe, sen azalacak yerde üredin çoğaldın içimde.Anladım ki nur yüzlüm benim için sen hala aşk’sın!
Nur yüzlüm
Şiir gözlüm...
Dün gece bir düş gördüm. bir otobüse atlayıp gitmişim buralardan. benden başka kimse yok otobüste. ne bir şoför ne de benden başka bir yolcu gidiyoruz işte öylece.Yollar karanlık ve ıssız bitmek bilmiyor. Ne kadar yol aldık, kaç saattir yoldayız bilmiyorum.Sonra otobüsüm birden duruyor. Uzun bir sessizlikten sonra ön kapı açılıyor. Yüzünü görmediğim biri ’’Buraya kadar bayım. inmelisiniz’’ diyor. Neredeyim, neden buralara geldim ve neden ’’buraya kadar’’...Şiirlerimi yazdığım lap topumu alıp iniyorum otobüsten. Ayın ve yıldızların ışığı da olmasa etrafımı göremeyecek kadar bir karanlığın içindeyim. Arkamda bir ses duyuyorum arkama dönüyorum ne olduğunu anlamak için. Otobüsün gitmekte olduğunu görüyorum. ''Dur'' diye bağırıyorum içinde şoförü olmayan otobüse ama nafile durmuyor. Önümde uzanan ipince bir yol var. Korkarak yürümeye başlıyorum. Birkaç adım attım atmadım önümde yaşlı bir kadın belirdi. Elinde asası, üst üste giydiği güllü dallı elbiseler, gözleri kapalı, yüzü kurumuş yaprak gibi sapsarı. ’’yolun sonunda kendini bulacaksın. otur oraya ve ruhunu temizleyene kadar ağla oğul'' diyor bana. Şiir gözlüm etrafıma bakıyorum seni görebilir miyim diye ama sonuçsuz kalıyorum. Sen yoksun nur yüzlüm. Sen yoksan dünya yok. Yaşlı kadın konuşuyor hala .''Biliyor musun delikanlı'' diyor mezarlıkta ağlayanlar ölülerin ardından ağlamazlar, kendi zavallı hallerine ağlarlar. sen de otur kendi haline ağla.’’ diyor ve birden kayboluyor. Yaşlı kadının dediğini yapmak için yürüyorum, yürüyorum ve yürüyorum. Ne yol bitmek biliyor nede yolun sonu görünüyor.En sonunda tan ağarırken ileride küçük bir kulübe görüyorum. Gördüğüm kadarı ile tek göz bir odadan oluşan eve benziyor. Kapısı yarı açık. sağıma soluma bakıyorum, kimseler yok. Tedirgin içeri giriyorum. Tavanı alçak, küçük bir oda. Kapının karşısında bir yer yatağı, yatağın kenarında bir masa ve masanın üstünde içi su dolu bir sürahi ve yanında üstü örtülü boş bir bardak. Duvarda siyah beyaz çekilmiş bir çocuk fotoğrafı var. Fotoğrafa dikkatli bakınca birden tokat yemiş gibi kalakalıyorum çünkü o fotoğraf benim çocukluk fotoğrafım.Sonra anlıyorum ki bu çocuk saflığımın odası. Fotoğrafımı elime alıyorum ağlamaya başlıyorum. Saatlerce sürüyor bu ağlamam yapa yalnızlığıma sarılıp ağlıyorum Nedenini anlamadığım bir şey var bu evde. Kaybettiğim hayallerime umutlarıma ağlıyorum, kırgınlıklarıma, kaygılarıma, acılarıma ağlıyorum. ve şimdi neden buraya geldiğimi daha iyi anlıyorum.Ben sensiz bir hayatın cehenneminden çıkıp buraya gelmiştim. Hemde ağlamak için...
Yatağa atıyorum kendimi ve ağlıyorum. dakikalar, saatler geçip gidiyor ve ben hala ağlıyorum. ’’ruhum o kadar kirli ki şiir gözlüm, bir ömür boyu ağlasam da geçer mi bilmiyorum.’’ diyorum kendi kendime.
Benim gibi adamlar şiir gözlüm benim gibi şiirler yazan adamlar kalabalık yaşarlar yalnız ölürler nur yüzlüm...
ben bu yazdıklarımı sana yollayamayacağım. ve sen belki benim bu yazdıklarımı bilmeyeceksin, okumayacaksın. Sen orada, ben burada kendi cehennemimiz de yanıp bir avuç küle döneceğiz. Olsun iki gözüm, aşka kül olmayan, alev alev ateş olsa ne olur.
Sonra sürahiye gözüm ilişiyor şiir gözlüm. İçindeki sudan boş bardağa dolduruyorum. Sonra cüzdanımdan profilinden çaldığım resmini çıkarıp sürahinin içine atıyorum. Seni sürahide ki suyun içinde boğuyorum nur yüzlüm. Bardaktaki suyu bir dikişte içiyorum içimdeki seni de o suda boğuyorum şiir gözlüm.
Bu sabah nur yüzlüm bu sabah.Ben seni bende öldürdüm şiir gözlüm. Evet yaşlı kadının dediği oldu şiir gözlüm o küçük tek göz odalı evde kendimi buldum
Şimdi yeni bir masala başlama zamanı...

Yüksel ŞEKER

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder