16 Mayıs 2016 Pazartesi

ŞEKER ADAMCA

Sizi bilmem ama kazanlarda kaynatılmış su ile leğenlerde yıkanmış çocuklardık bizler. Donduğumuz su ile haşlandığımız suyun yanı sıra kafamıza sürdüğümüz sabunun gözlerimize kaçması ile öğrendik ağlamayı. Annelerimizin bizi yıkarken arada bir kafamıza indirdikleri maşrapalar ile açıldı ufkumuz. Detarjan kokulu havlular ile sobanın yanına gelene kadar tir tir titreyip soba da yanan kömürün verdiği ısıda da kurulanırken, gözümüz televizyondaki komiser Kolombo'nun partal eski püskü elbiselerindeydi.

Arkadaşlarımızla top oynarken toplarını komşunun bahçesine kaçırmış çocuklardık bizler. Azarlanmayı göze alarak, kapıları çalmayı taaa o zamanlarda öğrendik. Aşk uğruna rezil olacağımızı bile bile yürek kapılarını çalan da bizdik; ’’sevdam yüreğinize kaçtı da...’’. ne de rezil bir durumdu bu komşunun bahçesine kaçan toplar; Duvardan tırmanıp topu almaya kalksak, yakalanma ihtimalimiz vardı. Topu almadan eve dönsek, yiyeceğimiz paparanın ve dayağın haddi hesabı yoktu. Cesaretimizi toplayıp kapıyı çalsak bir ton fırça yiyen. top uğruna yerin dibine giren de, uçurtmalarını göklere salan da bizlerdik. Şimdi sözüm ona büyüdük ya, göğün bulutunu da, yerin dibini de en iyi bizler tarif ederiz.

En güzel en renkli yıllarımızı simsiyah okul önlükleriyle örten çocuklardık bizler. kendi başımıza bir şeyler söyleyemezdik. okul bahçelerinde toplanıp, andımız’ı ve İstiklal marşı’nı tekrar ettik, dersleri anlamak yerine ezberledik. Öğretmenlerimizin çoğunu sevecektik sevmesine de , korkmasaydık eğer. Cetveller ölçüm aleti olmaktan daha çok ceza aracıydı bizim için. Saç uzatmak mı o ne olanaksız yasak,kazara uzamasın saçlar biraz.hava alanı yolu anında açılırdı kafamızda. Bayansak oje sürmek yasaktı mesela , Nazım yasak, gorki yasak. Okulu kırmalar, bütünlemeye kalmalar, sorumlu geçmeler...bizler şimdi iki kelimeyi bir araya getirmekte zorlanıyorsak, işte bu ezberlenmiş siyah zamanların eseridir. İnsanın düşleri hiç hazır ol da bekler mi? Bizim düşlerin önü bile hep ilikliydi. tahtaya konuşanlar yazılırdı, konuşmak suçtu. konuşmuyorsak anlayın...

Ha birde ’’elalem’’ denilen birileri vardı annelerimizin dillerinde ve onların çocuklarından örnek alması gereken çocuklardık bizler. artık onlar kimlerdiyse, hep bizden iyilerdi, başarılıydılar, akıllılardı, çalışkanlardı, yemeklerini hep bitirirlerdi. en temiz onlardı. en efendi ve en hanım hanımcık onlardı. Erkenden yatağa giderlerdi, günde en az üç kere dişlerini fırçalardı bunlar, Yeni ayakkabılarıyla top oynamazlardı, otururlarken eteklerini bacaklarının altına iterlerdi, misafirliğe gittiklerinde yatak odalarına dalmazlardı, bir şey istediklerinde ’’rica edebilir miyim efendim.’’ derlerdi, annelerini babalarını üzmezlerdi.

işte biz böyle mahallelerin ’’kötü çocukları’’ olarak büyüdük ve şimdi o ’’elalem’’in dünyasında ’’aykırılar’’ olarak hayatımıza devam ediyoruz.

Yani anlayacağınız kimsenin iplemediği çocuklardık bizler. Şimdi birileri ’’iplesin’’ diye aha böyle face deki duvar’larla konuşuyoruz. beğenilmek, övülmek, takdir görmek, yorumlanmak istiyoruz. hele birde arada dürtenimiz de olursa var yaa ! değmeyin keyfimize.

Yüksel ŞEKER


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder